Soyut kavramların tanımı somut olanlara kıyasla her zaman daha zor olmuştur. Bunun sebebini anlamak da bir o kadar kolaydır. Duyular ile kavranabilen nesne veya olguların açıklamasını yapmak, onların tarifinde bulunmak; zaten bu nesneler duyulara hitap ettiğinden ötürü, doğrudan duyulara hitap etmeyen zihinsel kavramlardan daha kolay olmuştur. Ne kadar çok insana sorarsanız sorun herkes, bir saatin ana işlevinin zamanı göstermek olduğunu söyleyecektir. Bu işlevin yanı sıra ve ötesinde başka pek çok işlevi daha olabilir saatin; bir varlık göstergesi olabilir ya da dekor amacı da taşıyabilir ancak asıl görevi konusunda anlaşmazlık yaşanması ihtimali pek düşüktür. Ancak böylesine keskin konuşmak; adalet, mutluluk, onur, iyi, güzel, çirkin, kötü, utanç, hüzün, haksızlık, erdem gibi kavramlar için maalesef o kadar da kolay değil. Bu muğlaklık da bu kavramların; tanımları, önemleri, bireydeki ve toplumdaki yerleri gibi pek çok noktalarıyla incelenip üzerlerine nice metinler yazılmasına vesile olmuştur. Sevgi de bu soyut kavramlardan biri.
Yeri geldiğinde insanoğlunu kurtaracak yegâne güç olarak görülen sevginin pek çok tanımlaması var. Bu yazımızda ise Antik Yunan’da yazılmış bir eser üzerinden inceleyeceğiz bu kavramı. Böylece felsefeye de adının hakkını vererek bir giriş yapmış olacağız.
Adı geçen eser Platon’un olgunluk dönemi şeklinde adlandırılan zamanlarında yazdığı Symposion adlı eseri. Symposion kelimesi Türkçe “birlikte içme” anlamına geliyor. Eseri çeviren birkaç yayınevi de bunu “Şölen” olarak Türkçeleştirmiş ancak İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan çeviride Azra Erhat, şölen kelimesinin tam olarak Symposion kelimesini karşılamadığını fakat kutsallık açısından kelimeyi yansıttığını düşündükleri için bu kelimeyi tercih ettiklerini ifade ediyor. Kutsallıktan kastı da Yunanlıların Symposion denilen olaydan ne anladıkları ile ilgili.
Symposion denilen eğlenceler bir tür toplantı olarak görülürmüş ancak bu toplantıların kendine has kuralları varmış. Bu bakımıyla özel bir tür teşkil ediyorlarmış. Yemek sonrası şarap içerek gerçekleştirilen bu eğlencelerde içmeye başlamadan önce birtakım ritüeller gerçekleştiriliyor; toprağa şarap dökerek tanrılara duyulan saygı ifade ediliyormuş. Bu esnada ise çeşitli ilahiler söyleniyormuş. Aynı zamanda bu eğlence esnasında katılımcılar arasından; ne kadar içki tüketileceği, şaraba ne kadar su karıştırılarak karılacağı gibi önemli noktalara karar veren bir “Şölencibaşı” yani “Sympoiarch” belirlenirmiş. Anlaşılan bu eğlence o kadar kıymete binmeye başlamış ki evlerde, sırf bu eğlenceyi düzenleyebilmek için özel odalar tasarlanmış ve uzanmak için bu odalara döşekler yerleştirilmiş. İçme esnasında çeşitli oyunlar oynanırmış, bunlardan biri de şiir tamamlama oyunuymuş. Eğlencenin tadını biraz daha arttırmak içinse para ile göstericiler tutulurmuş. Çoğu zaman bir kadın flüt çalar, katılımcılar da onu dinlermiş. Ancak Platon’un Şölen’inde bu tipik flüt dinleme ve oyunlar oynama yerine katılımcılar arasında önemli bir konuda tartışma gözlemlenir.

Döşeklere uzanan ve flüt çalmakta olan bir kadını dinleyen katılımcılar. Kadın figürünün sağında ve solunda bulunan masalara şarap içilen taslar koyulurdu. Bu şaraplar görseldeki gibi şölene özel kaplarda su ile karılarak hazırlanırdı ve bu kaplara yine benzer çizimler sıklıkla işlenirdi. Şölenler hakkındaki bilgilerimiz de çoğunlukla bu tür görsellere ve Platon'unki gibi eserlere dayanmakta. (Görsel: Marie-Lan Nguyen)
Bu kitabın tartışmasının ana konusu Eros ve sevgidir. Konuşmacılar sıra ile önce Eros’u ardından da onun yaptıklarını överler. Kitapta Apollodoras’ın aktardığına göre konuşmaya Phaidron başlar (ki Platon’un aynı başlıklı bir eseri de bulunmaktadır), ardından Pausinas, Eryksimakhos, Aristophanes (kendisi Sokrates’in mahkemelik olmasına ve idam cezasına çarptırılmasına sebep olan “Bulutlar” adlı tragedya oyununun yazarıdır), ev sahibi Agathon ve son olarak da Sokrates devam eder. Her bir davetlinin ve ev sahibinin birbirinden ilginç sevgi anlayışı vardır ve herkes kendi mesleklerinin bakış açısıyla yaklaşırlar konuya. Eryksimakhos bir hekimin gözüyle anlatır Eros’u, Aristophanes ve Agathon ise bir sanatçının kalemiyle. Sokrates ise her zamanki haliyle önce kendisinden evvel konuşan Agathon’u sorguya çeker, ardından Diotima adında yabancı bir kadından öğrendiklerini aktarır Eros ve sevgiyle ilgili. Kapanış da ise Alkibiades adında yakışıklı bir Atinalı konuşmaya dahil olur ve Eros’u övmek yerine Sokrates’i över. Ertesi sabah olduğunda ise diğer konuklar uyurken ya da yeni uykuya dalmışken, Sokrates Agathon’un evinden çıkıp gider ve günlük hayatına devam eder.
İşin tarih kısmına değinip kitabı da yüzeysel bir şekilde özetledikten sonra gelelim felsefesine.
Platon’un eserlerinin büyük çoğunluğunun ana kahramanı olan Sokrates bu kez, kendinden önceki tüm konuşmacıların hitabetlerinde eksik olana vurgu yaparak başlar konuşmasına. Hiç kimsenin Eros’un kim olduğunu tam olarak ifade edemediğini söyler; sevginin tanımı ile yola çıkar ve sorar:
Sevgi bir şeyin sevgisi midir, yoksa bir şeyin sevgisi değil midir? (200a)
Elbette cevabı bariz olan bu soru sadece bir başlangıçtır. Agathon’dan bir şeyin sevgisidir cevabını aldıktan sonra ise devam eder sormaya:
Sevgi sevdiği şeyi arzular mı, arzulamaz mı?
Bu noktada kitaptan alıntılara ara verip devam edelim Sokrates’in yolundan.
Sevgi elbette sevdiği şeyi arzulayacaktır. Burada ise önemli ama basit bir noktaya geliyoruz. Sevginin arzuladığı bu şey sahip olduğu bir şey olamaz çünkü onu zaten elde etmiştir. Bu sebeple ancak yoksun olduğu bir şeyi arzulayabilir. Örneğin, hasta olduğunuz zamanları bir canlandırın. Her şeyden önce bir an önce iyileşmeyi istersiniz. Yeniden sağlığınıza kavuşmayı arzularsınız. Sağlıklı olduğunuzda ise hâlâ sağlıklı olmayı arzularsınız ancak bu arzunuz gelecek içindir. Şu anda sağlıklı olabilirsiniz fakat bu durumun sürekliliği kesin değildir. Bu sebeple ileride de sağlıklı olmayı arzularsınız. Yani Sokrates’in cümlesini biraz değiştirerek söyleyecek olursak sevgi; bir şeyin, henüz bizde olmayan bir şeyin, sevgisidir.
Buradan sonra Eros’un kökenleri ile ilgili bir hikâye öğreniriz. Eros’un Poros (çare, yol ancak yoksulluğun zıddı Bolluk gibi düşünülmüş) ve Penia’dan (Yoksulluk) olma bir varlık olduğunu bu sebeple hiçbir zaman ne varlıklı ne de yoksun biri olduğunu anlarız. Eros bu sebeple bilgi ile bilgisizliğin de ortasındadır. Yunan tanrıları bilgedir, bu yüzden bilgiyi aramazlar; cahilse bilgiden yoksun olmasına rağmen bilgiye sahip olduğunu sanır, yine bilgiyi aramaz. O zaman bilgiyi arayan, onun peşinden koşanlar kimlerdir? Ne bilge ne de cahil olanlar, cahilliğinin farkında olup bilgelik peşinde koşanlardır. Bilgeliği sevenler yani filozoflardır. Bilgelikse en güzel şeylerden biridir, sevgi de en iyinin ve de güzelin sevgisidir. Kişi de kendi için en güzeli, en iyiyi arzular. Sonuçta bu iyi şeyi elde ederse kişi mutlu olacaktır. Öyleyse sevgi kişi için iyi ve onu mutlu edecek olanın arzulanmasıdır. Bu arzu türlü türlü yönlere çevrilebilir. Bedene, alışverişe, güce ya da bilgiye. Sokrates’in felsefesi de işte böyledir. O bilge değildir, bilgeliği sever. Onu elde etmek için uğraşır, onun yolunda hayatını yaşar. Hatta bu sevgisini öyle bir yaşam biçimine getirir ki ölüm anını beklerken dahi bu yaşam biçiminin gerektirdiği gibi davranır ve ona verilen cezayı kabullenir. Bu kabullenişine yine Platon'un yazdığı Kriton adlı eserinde tanık oluruz.
Felsefe kelimesi Yunanca “philosophia”dan gelir. Kabaca “philo” bilgelik, “sophia” ise sevgi olarak çevrilir. Buradan da anlaşıldığı üzere felsefe “bilgelik sevgisi” gibisinden bir anlam taşır. Filozoflar da bilgeliği seven kişiler olur. Bu tanım Sokrates’in felsefesinin temelini oluşturur ve ondan önce gelen (Presokratikler ya da Sokrates öncesi filozoflar olarak geçerler) filozoflardan bu bakımdan ayrılır. Presokratikler daha çok doğanın neyden oluştuğuna, her şeyin ilk nedeninin yani "arkhe"sinin ne olduğuna dair düşünceler üretmişlerdir.
Bir önceki kısımda belirtildiği üzere kişi iyiyi ve güzeli hep ister, arzuları bugün olduğu kadar yarını için de geçerlidir. Bu sebeple sevgi kaçınılmaz olarak sürekliliğin, başka bir deyişle ölümsüzlüğün sevgisidir. Peki yaptığımız hangi işe, hangi arzumuza bu anlamda bir sevgi diyebiliriz ki? Nasıl bu ölümsüzlük sevgisinin peşine düşebiliriz? Yaratarak ve üreterek. Adını tarihe geçiren tüm o kişileri düşünün; hepsinin ardında miras bıraktığı bir düşünce, bir yapıt, bir savaş, bir ülke, bir buluş var. İnsanlar yaptıkları ile bedenen yok olsalar dahi manen bu dünyada yaşamaya devam ediyorlar. Ölümsüzlüklerini artlarında bıraktıkları güzel şeyler ile kazanıyorlar.
Kitap boyunca birçok sevgi tanımında bulunuyor Sokrates Diotima’nın (Belki de Sokrates'i Sokrates yapan hakkında hiç bilgi sahibi olmadığımız Diotima adlı bu yabancı kadındır.) ağzından. Yazımızda da birkaçına değinmeye çalıştık. Hâl böyle olunca ve birbirini takip eden düşünceler de işin içine girince konu biraz anlaması güç oldu. İyisi mi sevgiyi son bir kez daha tanımlamaya çalışalım.
Sevgi kişinin, yoksun olduğu, iyi ve güzel olanı, onu mutlu edecek olanı sürekli olarak istemesi; ölümsüzlüğü arzulamasıdır. Bu arzusunu ise güzel olan şeyler yaratarak ve üreterek doyurabilir.
Günümüzde Eros ve sevgi anlayışı bu tanımdan oldukça farklı görünüyor olabilir. Daha çok insanlara karşı hissedilen bir duygu manasında kullanılan sevgi ve Aşk Tanrısı olarak düşünülen Eros Antik Yunan’da daha farklı düşünülmüş. Elbette sevgiyi bir duygu olarak görüp ebeveynlerimizi, çocuklarımızı ya da eşlerimizi sevmeyi bu tanıma rahatlıkla yerleştirebiliriz. Zaten birden fazla tanımlamadan da anlaşıldığı üzere tek bir sevgi yok gibi. Belki de burada önemli olan sevginin sadece bir başkasına karşı duyulan ilgi halinden ibaret olmadığını unutmamaktır. Eğer sevgiyi Platon'un da anlatmaya çalıştığı bir açıdan düşünecek olursak isteklerimizi ve onları elde etmek için hissettiğimiz güçlü duyguyu daha iyi anlayabiliriz. Sonuçta,
Sevgi, kutsal ve sadık sevgi her şeye kadir değil midir?
İleri Okumalar
Robert Garland, Antik Yunan’da Günlük Hayat
Platon, Şölen